ŞEYH HASAN ONAR (ONER) PDF Yazdır e-Posta


ŞEYH HASAN, BÖLGESİNİN ULU EVLİYASIDIR
Dr. İsmail KAYGUSUZ

23 Mayıs l983 yılında İstanbul Atatük Kültür Merkezi’nde yapılan Uluslararası Anadolu Uygarlıkları Araştırma Sempozyumu’nda Şeyh Hasan (Oner) Onar’ı, bir Doğu Anadolu köyünün kültürel geçmişi üzerinde araştırma çerçevesinde, “Adı bilinmeyen bir Türk kolonizatörü” başlığı altında bir bildiriyle bilim dünyasına sunmuştum. Onar Köyü’ndeydi Şeyh Hasan’ın türbesi. Soyundan geldiğimiz atamıza saygımızı, onu evliyalaştırarak sürdürüp bugüne getirmiştik. Sığınağımızdı, ziyaretgahımızdı Onar Dede türbesi; mutlu günlerimizde üzerinde kurban keser lokma dağıtır, acılı günlerimizde yardım diler ve onun kutsallığına sığınırdık.

Şeyh Hasan’ın gerçek kişiliğini ne biliyor ne de merak ediyorduk. Sadece o bizim atamız, kerametleriyle tanıdığımız evliyamızdı; kuru bastonunu toprağa sokunca yeşerip “Sakız Baba” oluşmuş, bir tekme vurunca su çıkmış “Pınar” olmuş, tekkesini kurarken ağaç aramaya çıkmış bir koca kiraz ağacı, köküyle göçeğiyle kendiliğinden düşüp peşine gelmiş. Bir tas çorba ve bir torba arpayla padişahın üç bin atlı ve üç bin yaya askerini atlarıyla birlikte doyurmuş...

Şeyh Hasan Onar’ın kimliği masalsı anlatımlar biçiminde geldiği gibi, halk ozanlarının şiir diliyle de günümüze ulaşmıştı. Üç yüz yıl sonra Pir Sultan Abdal O’nun için bir nefes yazıp, “yetiş Onar Dede sen imdat eyle” diye yalvarıyorsa oldukça önemliydi. Elbetteki bu söylenceler gözardı edilemezdi. Ancak keramet söylenceleri, içlerinde gerçeğe ışık tutan özü taşımakla birlikte, gerçekliğin, gerçek bilginin kendisi değildir, olamaz. Somut gerçeği yakalamak için maddi kanıtlara gereksinim vardı. Bunun üzerine türbenin bulunduğu Onar Dede mezarlığındaki taşları tek tek inceledik; tipik Selçuklu Dönemi mezar taşlarıydı. Bu taşlardan biri üzerine kazınmış, mezarlık sakinlerinin mensup oldukları Türk boyunun damgasını bulmuştuk. Bir de Şeyh Hasan Onar’e ait vakıf belgesinin 17. yy. kopyası ortaya çıkınca çalışma kolaylaşıyordu. Şeyh Hasan’ın yaşadığı tarihsel dönemi tam aydınlatan ve kişiliği üzerinde doğru tanıların ipuçlarını veren bu maddi kanıtlarla, söylencelerde olağanüstülükler, yani kerametler olarak verilmiş olayların yorumu daha nesnelleşir ve gerçeğe ulaşılabilirdi.

Devamını oku...
 
Alidost Numan: “Akkuyu’ya güneş gerçekten doğuyor.” PDF Yazdır e-Posta

Yenilenebilir enerjinin ne kadar gerçek bir alternatif olduğunun altını çizmek isteyen Greenpeace, Akkuyu’da nükleer santral proje sahasına iki adım uzaklıktaki Büyükeceli beldesi camisinin elektrik ihtiyacını karşılayacak bir fotovoltaik sistem kurdu. Greenpeace Akdeniz Akkuyu Güneş Enerjisi Proje Koordinatörü ve aynı zamanda Yeşiller Partisi PM üyesi olan Alidost Numan’la yaptığımız söyleşi ile hükümetin yeniden gündeme getirdiği nükleer santral projesine rağmen “Akkuyu’ya güneş gerçekten doğuyor mu?” sorusunun yanıtını araştırdık.

-Greenpeace Akdeniz olarak yürüttüğünüz bu güneş enerjisi projesinin amacı nedir?

Bildiğiniz gibi yenilenebilir enerjiler açısından oldukça zengin olanaklara sahip bir coğrafyada yaşıyoruz.  İklim krizini çözmek ve sürdürülebilir bir gelecek kurmak için esas enerji arz kaynağımızı yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılayacak adımları hızla atmalıyız. Aynı zamanda da enerji verimliliğini geliştirecek projeleri hayata geçirmek zorundayız. Teknik olarak ulaşılabilir potansiyelimiz hem şimdi, hem de öngörülebilir gelecekteki enerji ihtiyacımızın kat be kat üstünde. Rüzgâr potansiyelimiz Türkiye’nin hâlihazırdaki elektrik ihtiyacının üstünde. Güneş enerjisi açısından ise Avrupa’nın ikinci geniş potansiyeline sahibiz. Ne yazık ki bu olanakları yeterince değerlendiremiyoruz. Greenpeace’in çalışmalarına göre 2050 yılına gelindiğinde birincil enerji talebinin yüzde 60’lık kısmı yenilenebilir enerjilerden, konvansiyonellere nazaran daha ucuz bir şekilde karşılanabilecek. Biz Greenpeace olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının ne kadar gerçek bir alternatif olduğunun altını çizmek istedik. Akkuyu Büyükeceli beldesi camisine bir fotovoltaik sistem kurduk. Kurduğumuz sistem caminin tüm elektrik ihtiyacını yıllarca karşılayacak.

Devamını oku...
 
ANKARA KUĞULU PARK'TA "GEZİ" NOTLARI - I PDF Yazdır e-Posta

ANKARA KUĞULU PARK'TA "GEZİ" NOTLARI - I

Geçen ay Ankara'da Kavaklıdere semtindeki Kuğulu Park'ta idim. İstanbul'daki Gezi Parkı eylemlerini desteklemek maksadıyla Ankara'da düzenlenen gösterilerin (dayanışma-destek eylemlerinin) odak mekânlarından biri burası idi.

Ortam ve olan bitenlerle ilgili mümkün mertebe peşin hükümlerden sıyrılıp, haberlerin ve dedikoduların tesiriyle yanlış fikir ve kanaatlere kapılmamak, su-i zandan kaçınmak ve bizzat müşahade etmek niyeti ile fotoğraf makinemle birlikte öğle vakti parka gittim. İtiraf edeyim ki bütün iyi niyetime ve objektiflik çabalarıma rağmen çok şaşırdım. Parktaki ortam, hava vs. ancak orada bulunan biri tarafından anlaşılabilirdi.

Kuğulu Park küçük bir mekân. Bu küçük mekânda çok büyük bir kalabalık vardı. Bu kadar küçük bir mekânda bu kadar büyük bir kalabalık toplanmasına rağmen inanılmaz bir sükunet, düzen, temizlik, saygılı ve ölçülü davranışlar, neşe, heyecan ve dinamizm vardı. Yerlerde çöp yoktu, gençler ellerinde çöp poşetleri ve hijyen amaçlı eldivenlerle yerlere atılan az sayıda çöpü üşenmeden, becerikli bir şekilde topluyordu. Her tarafta çöp atılabilecek kutu veya poşetler yerleştirilmişti.

Bir kenarda yer sergisi ve kitaplıklarda herkesin bilâ bedel 3 adet alabileceği veya okuyup bırakabileceği kitaplar vardı. Ben de iki adet aldım. Kitaplara bakarken bazı liseli ve üniversiteli gençler evlerindeki ihtiyaç fazlası kitap ve dergileri getirip bıraktılar. Başka bir yerde ise çok çeşitli yiyecek (börek, poğaça, sandviç vs.) ve içecek (çay, meyve suyu, ayran, gazoz...) saygılı biçimde sıraya girenlere, eldivenli ve becerikli gençler tarafından servis ediliyordu, kitaplar gibi bunlar da ücretsiz idi. Ben de kurabiye ve ayran aldım. Sırada beklerken bazı ev kadınları bir kısmı evde hazırladıkları, bir kısmı civardaki bir pastaneden alınmış kek ve kuru pasta gibi şeyler getirip dağıtılması için masalara bıraktılar.

Gene dikkat çekici hususlardan biri çok sayıda çocuklarıyla birlikte gelmiş olan ailelerdi. Hatta kundakta bebekleriyle gelenler de vardı. Gençler çoğunlukta olmakla beraber orta yaşlı ve çok yaşlı kişiler de vardı.

Çok sayıdaki pankart amatörce, fazla özenilmeden hazırlanmış ama dikkat çekici ifadeler taşıyordu. Ağır küfür, hakaret, rahatsız edici bir ifade görmedim. aksine zekice, mizah yüklü, kaliteli yazılar vardı. Herhangi bir parti taraftarlığı görülmüyordu. Sadece AKP ve başbakan eleştirisi vardı.

Türk Bayrağı dışında ne bir PKK bayrağı, ne orak çekiçli ne de kızıl yıldızlı bayrak vardı. Atılan sloganlar tahrik edici değildi, parktaki herkesin katıldığı makul ifadelerdi. Ellerinde Türk Bayrağı ile slogan atarak parkın dışına doğru yürüyen gençler epey alkış topladı, edeplice yürüdüler, ne bir taşkınlık, ne kabalık ne de provokatif bir tutum vardı.

Park içinde veya çevrede tek bir polis görmedim. Sivil polis varsa da tanımam mümkün değildi tabii.

Kalabalık ve yürüyenler park dışındaki insanları ve esnafı rahatsız edebilecek herhangi bir niyet ve eylem sergilemediler. Sadece, parkın yanından geçen Tunalı Hilmi Caddesi'nin araç trafiği bir miktar menfi etkilenmişti. Bundan dolayı araç sürücüsü ve yayalardan herhangi bir şikayet veya memnuniyetsiz söz/tavır görmedim.

Parkta tam bir şölen havası hakimdi. Bir aile pikniğinde gibiydi herkes. Birbirini daha önce hiç görmemiş yüzlerce insan aile içinde bile görmeye hasret kaldığımız bir halde, gülüyor, konuşuyor, paylaşıyor, sıradışı ve tarihi bir ânı yaşamanın verdiği güven ve heyecan içinde, tarihi bir hadisenin parçası olma duygusunu yaşıyordu. Bunu görmek ve anlamak için sosyolog, antropolog veya psikolog olmaya gerek yoktu.

Şaşkınlıkla başlayan parktaki gözlem serüvenim ilerledikçe ortamdaki müspet havadan ben de nasibimi aldım. İyi ki gelmişim. Ülkemizde hasret kaldığımız ama pek nasip olmayan dostluk, kardeşlik, paylaşım, dayanışma gibi değerleri görüp yaşamak benim için de unutulmaz bir tecrübe oldu.

Akşam saat 18:00'e doğru ortam yavaş yavaş değişmeye başladı. Çevrede bira satan işportacılar peydah oldu. Büfeler ve ticari araçlardan veya  marketlerden alınıp getirilenler biralar içilmeye başlandı. Parktan ayrılmaya başlayan çocuklu ailelerin yerini gençlerin oluşturduğu yeni guruplar almaya başladı. Mücbir sebeplerle benim de ayrılmam gerekiyordu, Kızılay'a doğru yürümeye başladım. Kızılay'dan parka doğru gelmekte olan çok sayıda genç gördüm. Ellerinde daha önceki sol gösterilerden alışık olduğumuz bayraklar ve pankartlar vardı. Parktakilerden farklı tipler, farklı yüz ifadeleri, sert ve kararlı adımlar, akşamın ve gecenin ilerleyen vakitlerinin nelere gebe olduğunu insana hissettiren ideolojik sloganlar vs...

Kızılay'a yaklaştıkça değişen bir atmosfer vardı. Çok sayıda polis ve polis aracı, tomalar, otobüsler... Gece maçına hazırlanan takımlar ve taraftarları gibi, parkta toplanıp Tunalı veya Atatürk Bulvarı üzerinden Kızılay'a yürüyecek olanlar ve onları karşılayacak olan polisler... Maçı yerinde izlemedim ama cep telefonları marifetiyle canlı yayın yapanlar, izleyip anlatanlar, Halk TV, Ulusal Kanal, tweet'ler vs. vasıtasıyla gündüz görüp yaşadıklarımdan bambaşka şeylerin de bu süreçte yer aldığını öğrendik. Ertesi gün olay mahallerini gezince önceki gece yaşanmış olanların müşahhas izlerini her yerde görmek mümkündü.

Netice itibariyle iki ayrı Gezi'ci gurup, iki ayrı Gezi Direnişi süreci söz konusu. Biri; Kuğulu Park'ta gündüz gördüğüm, sevdiğim ve benimsediğim Gezi. Muhtemelen Taksim Gezi Parkı'nda da burada gördüklerimin simetriği vardı. Diğeri; yüzleri maskeli, ellerinde sökülüp parçalanıp silaha dönüştürülmüş kaldırım taşları, kalbinde öfke, aklında tahrip, tahrik, çatışma ve kaos olan militan bir azınlık. Vitrin ve kent mobilyalarını tahrip eden, parti binalarını ve dershaneleri yakan, esnafı kışkırtan, Türk bayrağını yakan çapulcular.

* * *

İstanbul Gezi Parkı'ndaki çadırlara barbarca ve aptalca müdahale eden zabıta, daha sonra da polis; müdahalenin zamanlama ve tarzındaki büyük hataların farkında olmayan, daha sonra da bu büyük hatayı fark edip telafi etmek bir yana, sürekli daha büyük hatalar girdabına kapılan belediye, emniyet, valilik, bakanlar, başbakan, cumhurbaşkanı... İstanbul ve Türkiye'nin kazancı olabilecek bir durumu/fırsatı tarihi bir fiyaskoya ve felakete dönüştürdü. Gezi'cilerin amatörlüğü, işe karışmış olan eski tüfekler, ajanlar, durumdan vazife çıkaran fitneciler, CNN, BBC vs. elbirliği ile bu felâketi büyüttüler. Can kayıpları, ağır yaralanmalar, organ kayıpları, gözaltı ve tutuklanmalar, saygı ve güven kayıpları, maddi kayıplar, zaman ve diğer kaynakların israfı, dünya önünde yaşanan prestij kayıpları...

Süreç felakete doğru evrilirken seçilmiş ve atanmış sorumlular nerede neyle meşguldüler acaba? Herkes başbakanın tepkisini/tutumunu bekledi. Müşfik ve müspet bir yaklaşımla, iki çift yatıştırıcı söz beklendi. Tam aksine yangına körükle gidildi. Provokatörlerin, ajanları, eski tüfeklerin beklediği de buydu. Karşılıklı bilinçli veya bilinçsiz atılan yanlış adımlarla süreç içinden çıkılması gitgide zorlaşan bir mecraya döküldü. Sadece başbakan, belediye başkanları veya Gezi'ciler değil, sürecin içindeki ve dışındaki bütün aktörler (akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, aydınlar...) sanki bir akıl tutulmasına uğradılar. Gezi süreci alışılmış olanlara benzemiyordu. Demoğrafik yapısı, oluşumu, niyeti, iç ve dış dinamikleri ile son derece kendine özgü ve daha önce görülmedik bir fenomendi. Polis de hazırlıklı değildi, polise meram anlatmaya çalışan çocuklar da. TV seyircisinin kafa karışıklığını söylemeye bile gerek yok.

Fakir Kalender

 
Osmaniye'de Kent Ekonomileri Forumu düzenlendi PDF Yazdır e-Posta

Kent Ekonomileri Sonuç Bildirgesi

Osmaniye Kent ekonomileri forumu Gala tesislerinde gerçekleşirken, formun sonuç bildirgesi de yayınlandı.

OsmaniyeOsmaniye Kent ekonomileri forumu Gala tesislerinde gerçekleşirken, formun sonuç bildirgesi de yayınlandı. AK Pati Genel Merkezi Ekonomi İşleri Başkanlığı adına Gözlemci olarak Adana Milletvekili Şükrü Erdinç, İlin Milletvekilleri (Ak Parti), OKÜ Rektörü, Rektör Yardımcısı, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı, Osmaniye Belediye Başkan Yardımcısı, İlçe Belediye Başkanları, İşadamları Dernek Başkanları ve Mensupları, STK’ların Başkanları, İşadamları ve Bölge Kalkınma Ajansı DOĞAKA Genel Sekreter vekili vb. yaklaşık 50 kişilik bir grup katıldı. Sonuç bildirgesi ile ilgili Ak Parti Osmaniye İl Başkanı Av. Emir Hasan Arslantaş ile Osmaniye Kent Ekonomileri formu Moderatörü Doç. Dr. Musa Kazım Arıcan şu bilgilendirmeyi yaptı:

“Masa düzeni farklı sektör temsilcileri dikkate alınarak oluşturulurken, her masada Üniversiteden Öğretim üyesi hocalar masa sözcüsü olarak katkı sağladı. Program, tüm katılımcıların özverili katkılarıyla ve yoğun bir zihni çaba ile sonuçlanmıştır. Osmaniye’mizi Marka Kent haline getirecek fikirler elde edilmeye çalışılmıştır. Forum sonunda Osmaniye’ye dair genel vizyon ve 5 (beş) vizyoner proje aşağıdaki şekilde ortaya çıkmıştır.

OSMANİYE İÇİN UZUN VADELİ VİZYON: ‘Yenilikçi üretim metotları ve vasıflı insan kaynağı ile üretimde rekabet gücü yüksek, lojistikte cazibe merkezi olan bir OSMANİYE’.

Devamını oku...
 
Enerji ve Ekoloji PDF Yazdır e-Posta

AKTİF Mİ, PASİF Mİ ?

1 Haziran 2013 

“Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan”a benzer bir şey söyleyeceğim ilkin. Güneş ve rüzgar tarlaları mı ikna edecek bu toplumu, yoksa hayatımızı geçirdiğimiz ve üretim yaptığımız alanlara yaşamsal kolaylık sunacak “temiz ve sürdürülebilir” uygulamalar mı açacak o tarlaların önünü, merak etmekteyim.. Bence ikincisi !.. Peki böylece AKTİF mi yoksa PASİF bir yaşam tarzını ve yapısal kurguyu mu seçmiş olacağız sizce ?.. İşte bu yazının temel konusu !.. 

ENERJİ TARLALARI.. 

Sürekli şikayet ettiklerimizin farkındalığı için, başlarına gökten bir şeyler düşmesini beklemektense, onların ya da tanıdıklarının içinde yaşayacağı mekanlardan yola çıkmak, bana hep daha kestirme yol geldi.. Mimar olmanın doğal sonucu diyebilirsiniz.. Bence; insan doğasının sonucu.. 

Diğer taraftan, bir güneş tarlasında başarı ile üretilen elektriğin, yaşam alışkanlığını değiştirememiş, 3-5 kilovat ile yetinebilecek, konforlu bir hayat sürebilecek iken, hala; “benim eve 10 da yetmez, 15 kilovat ta” diyenlerce kullanılıyor olması, kusura bakmayın ama, haylaz çocuğunuza, artık ahlakını bozmaya kadar giden; “harçlık yetiştirme !” gayretidir sadece.. Obez bir yavruya, sağlıklı beslenmeyi öğretmek yerine hala tıka basa doyurma telaşıdır.. Hatta belki de, ölümünü kolaylaştırmaktır..

Tarlayı yapan kar etmez mi, eder.. Zaten tek karlı olan odur bu döngüde.. Çünkü kullanıcı hala aynı bedelleri ödemektedir.. Yani ülke adına çok da bir şey değişmemiştir hala.. Karbonu ve petrolü azaltmış ama halk henüz bundan bir şey anlamamıştır.. Çünkü aynı faturayı ödemektedir henüz..

Devamını oku...
 
Cittaslow PDF Yazdır e-Posta

Sakin bir şehirde yaşamanın bedelini ödemeye razı mıyız?

Artık tembellik mi dersiniz, ihmâl mi; takdir sizin!

Citta Slow - Sakin ŞehirMesele şu, bu yazıyı yazmaya bundan tam 3,5 sene önce niyet etmişim, biraz bilgi toplamış, kupür saklamışım ve hatta yazının şöyle böyle üçte birini de yazmışım; o esnada araya hangi konunun girdiğini ve yazıyı nasıl yüzüstü bıraktığımı hatırlamıyorum. Geçenlerde arşivi karıştırırken dosyayla karşılaştım. Okuduktan sonra siz de takdir edeceksiniz ki, ihmâlim, yazının konusundan uzak değil!

Konu “Yavaş şehir”, uluslararası ismi “Cittaslow”, Türkçe’de güzel bir karşılığı var, “Sakin şehir” diye geçiyor ama “Âheste şehir” de fena bir teklif değil (Çünkü teklif bana ait!)

Gelelim “sakin” bir şehirde hayatın nasıl işleyeceğine, neler yapılacağına ve daha önemlisi nelerden uzak durulacağına...

Egzoz dumanını sevenlerden iseniz vedalaşmaya hazır olmanız gerekiyor sakin şehirde. Öyle göğe doğru küstahça diklenen, görüntü kirliliği ile gözümüzü gönlümüzü karartan yüksek ve çirkin yapılara da rastlamayacaksınız.

Ağaç kesenlere terörist muamelesinin yapıldığı bir şehir. Bir yerden bir başka yere gitmek için iki tercihiniz var: Ya yürüyecek veya bisiklete atlayıp pedala kuvvet vereceksiniz...

Devamını oku...
 
İlk güneş enerjili sera üretime başladı PDF Yazdır e-Posta

ODTÜ ve Ankara Üniversitesi’nden akademisyenlerin danışmanlığında, Kırıkkale’nin Yahşiyan ilçesinde kurulan güneş enerjili serada tam kapasiteyle üretime geçildi. Sera ile İç Anadolu’da 4 ay olan sebze üretim süresini 8 aya çıkacak.

ODTÜ ve Ankara Üniversitesinden akademisyenlerin danışmanlığında kurulan Türkiye’nin ilk güneş enerjili serasında (Günsera) tam kapasiteyle üretime başlandı. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çetin Göksu, Kırıkkale’nin Yahşiyan ilçesinde bulunan Güneşköy’deki seranın, İç Anadolu ve Doğu Anadolu soğuk iklimlerinde seracılık ve tarımsal üretim sorunlarını çözmek amacıyla geçen yıl kurulduğunu söyledi. Günsera’nın pasif ve aktif güneş sistemleriyle ısıtıldığını dile getiren Göksu, serada, güneş enerjisiyle gece aydınlatmasının yapıldığını, sıcak su elde edildiğini ve yemek pişirildiğini belirtti.

ÜRETİM 2 KAT ARTTI

Yaklaşık 10 dönümlük serada bir yıldır deneme ekimlerinin yapıldığını bildiren Göksu, artık tam kapasiteyle üretime başladıklarını, domates, fasulye, patlıcan, biber gibi sebzeler yetiştirdiklerini ifade etti. Seranın kurulmasını köylülerin talep ettiğini anlatan Göksu, “Köylüler sadece 4 ay sebze üretebiliyordu. Don nedeniyle de verim alamıyorlardı. Şimdi seradaki bitkiler, ısı ihtiyaç duydukları düzeyde kaldığı için zarar görmüyor. Projeyle, güneş serasının İç Anadolu’da başarıyla uygulanacağını, üretimin 2 kat artabileceğini gördük. Bölgede 4 ay olan sebze üretim süresini de 8 aya çıkardık” dedi. Güneş enerjisi sayesinde seranın yakıt maliyetinin yüzde 70 azaldığına işaret eden Göksu, ayrıca odun, kömür gibi yakıtlar kullanılmadığından çevre kirliliğinin önlendiğini kaydetti.

İLK DOMATES MAYIS’TA ALINACAK

Serada kış aylarında güneş enerjisiyle erken fide yetiştirmeyi de amaçladıklarını dile getiren Göksu, bu fidelerin daha sonra Güneşköy arazisine dikileceğini söyledi. Doç. Dr. Göksu, şöyle devam etti:
“Mesela domates, iklimden dolayı bölgemizde haziranın sonunda çıkıyor. Bölgede ilk turfanda yetiştirildiğinde, piyasada müthiş domates bolluğu yaşanıyor. Dolayısıyla buradaki üretici, yetiştirdiği domatesi satamıyor. Fiyatlar çok düşüyor, zarar ediyor. Biz sera sayesinde domatesi mayısta alabileceğiz. Bu çok önemli bir kazanç. Dolayısıyla bu tür iklimlerde seracılık önemli.”

Devamını oku...

 
<< Başlangıç < Önceki 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Sonraki > Son >>

Sayfa 2 / 57