ANKARA KUĞULU PARK'TA "GEZİ" NOTLARI - I
Geçen ay Ankara'da Kavaklıdere semtindeki Kuğulu Park'ta idim. İstanbul'daki Gezi Parkı eylemlerini desteklemek maksadıyla Ankara'da düzenlenen gösterilerin (dayanışma-destek eylemlerinin) odak mekânlarından biri burası idi.
Ortam ve olan bitenlerle ilgili mümkün mertebe peşin hükümlerden sıyrılıp, haberlerin ve dedikoduların tesiriyle yanlış fikir ve kanaatlere kapılmamak, su-i zandan kaçınmak ve bizzat müşahade etmek niyeti ile fotoğraf makinemle birlikte öğle vakti parka gittim. İtiraf edeyim ki bütün iyi niyetime ve objektiflik çabalarıma rağmen çok şaşırdım. Parktaki ortam, hava vs. ancak orada bulunan biri tarafından anlaşılabilirdi.
Kuğulu Park küçük bir mekân. Bu küçük mekânda çok büyük bir kalabalık vardı. Bu kadar küçük bir mekânda bu kadar büyük bir kalabalık toplanmasına rağmen inanılmaz bir sükunet, düzen, temizlik, saygılı ve ölçülü davranışlar, neşe, heyecan ve dinamizm vardı. Yerlerde çöp yoktu, gençler ellerinde çöp poşetleri ve hijyen amaçlı eldivenlerle yerlere atılan az sayıda çöpü üşenmeden, becerikli bir şekilde topluyordu. Her tarafta çöp atılabilecek kutu veya poşetler yerleştirilmişti.
Bir kenarda yer sergisi ve kitaplıklarda herkesin bilâ bedel 3 adet alabileceği veya okuyup bırakabileceği kitaplar vardı. Ben de iki adet aldım. Kitaplara bakarken bazı liseli ve üniversiteli gençler evlerindeki ihtiyaç fazlası kitap ve dergileri getirip bıraktılar. Başka bir yerde ise çok çeşitli yiyecek (börek, poğaça, sandviç vs.) ve içecek (çay, meyve suyu, ayran, gazoz...) saygılı biçimde sıraya girenlere, eldivenli ve becerikli gençler tarafından servis ediliyordu, kitaplar gibi bunlar da ücretsiz idi. Ben de kurabiye ve ayran aldım. Sırada beklerken bazı ev kadınları bir kısmı evde hazırladıkları, bir kısmı civardaki bir pastaneden alınmış kek ve kuru pasta gibi şeyler getirip dağıtılması için masalara bıraktılar.

Gene dikkat çekici hususlardan biri çok sayıda çocuklarıyla birlikte gelmiş olan ailelerdi. Hatta kundakta bebekleriyle gelenler de vardı. Gençler çoğunlukta olmakla beraber orta yaşlı ve çok yaşlı kişiler de vardı.
Çok sayıdaki pankart amatörce, fazla özenilmeden hazırlanmış ama dikkat çekici ifadeler taşıyordu. Ağır küfür, hakaret, rahatsız edici bir ifade görmedim. aksine zekice, mizah yüklü, kaliteli yazılar vardı. Herhangi bir parti taraftarlığı görülmüyordu. Sadece AKP ve başbakan eleştirisi vardı.
Türk Bayrağı dışında ne bir PKK bayrağı, ne orak çekiçli ne de kızıl yıldızlı bayrak vardı. Atılan sloganlar tahrik edici değildi, parktaki herkesin katıldığı makul ifadelerdi. Ellerinde Türk Bayrağı ile slogan atarak parkın dışına doğru yürüyen gençler epey alkış topladı, edeplice yürüdüler, ne bir taşkınlık, ne kabalık ne de provokatif bir tutum vardı.
Park içinde veya çevrede tek bir polis görmedim. Sivil polis varsa da tanımam mümkün değildi tabii.
Kalabalık ve yürüyenler park dışındaki insanları ve esnafı rahatsız edebilecek herhangi bir niyet ve eylem sergilemediler. Sadece, parkın yanından geçen Tunalı Hilmi Caddesi'nin araç trafiği bir miktar menfi etkilenmişti. Bundan dolayı araç sürücüsü ve yayalardan herhangi bir şikayet veya memnuniyetsiz söz/tavır görmedim.

Parkta tam bir şölen havası hakimdi. Bir aile pikniğinde gibiydi herkes. Birbirini daha önce hiç görmemiş yüzlerce insan aile içinde bile görmeye hasret kaldığımız bir halde, gülüyor, konuşuyor, paylaşıyor, sıradışı ve tarihi bir ânı yaşamanın verdiği güven ve heyecan içinde, tarihi bir hadisenin parçası olma duygusunu yaşıyordu. Bunu görmek ve anlamak için sosyolog, antropolog veya psikolog olmaya gerek yoktu.

Şaşkınlıkla başlayan parktaki gözlem serüvenim ilerledikçe ortamdaki müspet havadan ben de nasibimi aldım. İyi ki gelmişim. Ülkemizde hasret kaldığımız ama pek nasip olmayan dostluk, kardeşlik, paylaşım, dayanışma gibi değerleri görüp yaşamak benim için de unutulmaz bir tecrübe oldu.
Akşam saat 18:00'e doğru ortam yavaş yavaş değişmeye başladı. Çevrede bira satan işportacılar peydah oldu. Büfeler ve ticari araçlardan veya marketlerden alınıp getirilenler biralar içilmeye başlandı. Parktan ayrılmaya başlayan çocuklu ailelerin yerini gençlerin oluşturduğu yeni guruplar almaya başladı. Mücbir sebeplerle benim de ayrılmam gerekiyordu, Kızılay'a doğru yürümeye başladım. Kızılay'dan parka doğru gelmekte olan çok sayıda genç gördüm. Ellerinde daha önceki sol gösterilerden alışık olduğumuz bayraklar ve pankartlar vardı. Parktakilerden farklı tipler, farklı yüz ifadeleri, sert ve kararlı adımlar, akşamın ve gecenin ilerleyen vakitlerinin nelere gebe olduğunu insana hissettiren ideolojik sloganlar vs...
Kızılay'a yaklaştıkça değişen bir atmosfer vardı. Çok sayıda polis ve polis aracı, tomalar, otobüsler... Gece maçına hazırlanan takımlar ve taraftarları gibi, parkta toplanıp Tunalı veya Atatürk Bulvarı üzerinden Kızılay'a yürüyecek olanlar ve onları karşılayacak olan polisler... Maçı yerinde izlemedim ama cep telefonları marifetiyle canlı yayın yapanlar, izleyip anlatanlar, Halk TV, Ulusal Kanal, tweet'ler vs. vasıtasıyla gündüz görüp yaşadıklarımdan bambaşka şeylerin de bu süreçte yer aldığını öğrendik. Ertesi gün olay mahallerini gezince önceki gece yaşanmış olanların müşahhas izlerini her yerde görmek mümkündü.
Netice itibariyle iki ayrı Gezi'ci gurup, iki ayrı Gezi Direnişi süreci söz konusu. Biri; Kuğulu Park'ta gündüz gördüğüm, sevdiğim ve benimsediğim Gezi. Muhtemelen Taksim Gezi Parkı'nda da burada gördüklerimin simetriği vardı. Diğeri; yüzleri maskeli, ellerinde sökülüp parçalanıp silaha dönüştürülmüş kaldırım taşları, kalbinde öfke, aklında tahrip, tahrik, çatışma ve kaos olan militan bir azınlık. Vitrin ve kent mobilyalarını tahrip eden, parti binalarını ve dershaneleri yakan, esnafı kışkırtan, Türk bayrağını yakan çapulcular.
* * *
İstanbul Gezi Parkı'ndaki çadırlara barbarca ve aptalca müdahale eden zabıta, daha sonra da polis; müdahalenin zamanlama ve tarzındaki büyük hataların farkında olmayan, daha sonra da bu büyük hatayı fark edip telafi etmek bir yana, sürekli daha büyük hatalar girdabına kapılan belediye, emniyet, valilik, bakanlar, başbakan, cumhurbaşkanı... İstanbul ve Türkiye'nin kazancı olabilecek bir durumu/fırsatı tarihi bir fiyaskoya ve felakete dönüştürdü. Gezi'cilerin amatörlüğü, işe karışmış olan eski tüfekler, ajanlar, durumdan vazife çıkaran fitneciler, CNN, BBC vs. elbirliği ile bu felâketi büyüttüler. Can kayıpları, ağır yaralanmalar, organ kayıpları, gözaltı ve tutuklanmalar, saygı ve güven kayıpları, maddi kayıplar, zaman ve diğer kaynakların israfı, dünya önünde yaşanan prestij kayıpları...
Süreç felakete doğru evrilirken seçilmiş ve atanmış sorumlular nerede neyle meşguldüler acaba? Herkes başbakanın tepkisini/tutumunu bekledi. Müşfik ve müspet bir yaklaşımla, iki çift yatıştırıcı söz beklendi. Tam aksine yangına körükle gidildi. Provokatörlerin, ajanları, eski tüfeklerin beklediği de buydu. Karşılıklı bilinçli veya bilinçsiz atılan yanlış adımlarla süreç içinden çıkılması gitgide zorlaşan bir mecraya döküldü. Sadece başbakan, belediye başkanları veya Gezi'ciler değil, sürecin içindeki ve dışındaki bütün aktörler (akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, aydınlar...) sanki bir akıl tutulmasına uğradılar. Gezi süreci alışılmış olanlara benzemiyordu. Demoğrafik yapısı, oluşumu, niyeti, iç ve dış dinamikleri ile son derece kendine özgü ve daha önce görülmedik bir fenomendi. Polis de hazırlıklı değildi, polise meram anlatmaya çalışan çocuklar da. TV seyircisinin kafa karışıklığını söylemeye bile gerek yok.
Fakir Kalender |