Fotoğraf Sergisi "Amerikan Yerlileri: Osmanlı ile Bir Bağlantı" 24-29 Ekim 2011
Açılış : 24 Ekim 2011, Pazartesi Saat: 18.00 Yer : Yıldız Sarayı, Çit Kasrı, Beşiktaş, 0212 259 1742
İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ve Amerika Türk Koalisyonu (TCA) işbirliğiyle düzenlenen "Amerikan Yerlileri: Osmanlı ile Bir Bağlantı" adlı Fotoğraf Sergisi 24 Ekim 2011, Pazartesi günü saat 18.00’de Yıldız Sarayı, Çit Kasrı’nda ziyarete açılacak.
Smithsonian Enstitüsü koleksiyonunda yer alan iki yüzü aşkın fotoğrafın 1886 yılında Dr. Hoffmann tarafından Enstitü adına Sultan II. Abdülhamid’e takdim edilmek üzere İstanbul’a getirildiği biliniyor. Bugün IRCICA arşivinde yer alan bu fotoğraflardan seçilen 50 adedi gün yüzüne çıkıyor. 19. asrın sonlarında yaşayan Amerikan yerlilerinin reislerinden savaşçılarına, öğrencilerinden çocuk ve kadınlarına farklı enstantaneler sunan fotoğraflar tarihî belge niteliği de taşıyor.
Çoğunluğu 19. asır fotoğrafçıları Charles Milton Bell, Alexander Gardner, Joel Emmons Whitney, William Henry Jackson ve John K. Hillers’ın çektiği fotoğraflardan oluşan sergi 25-29 Ekim tarihleri arasında 09.00 ile 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.
|
Devamını oku...
|
Klasik İran müziğinin yaşayan önemli ismi Mohammad Reza Shajarian (Muhammed Rıza Şeceryan), 16 Eylül'de İstanbul Kongre Merkezi'nde İstanbullu müzikseverlerle buluşacak.
İran'da çok az müzisyene layık görülen "Üstad" unvanıyla anılan İran müziğinin efsane ismi Shajarian, 2011 Avrupa turnesi kapsamında İstanbul'a geliyor. İstanbul'da ilk kez sahneye çıkacak olan Shajarian'a İran müziğinin bir başka ünlü ustası Majid Derakhshani yönetimindeki Shahnaz Ensemble eşlik edecek. Tar, santur, lavta, kemençe, ney, def, tonbak ve setar gibi sazların kullanılacağı konserde Shajarian, ayrıca kereshmeh, tondar, sorahi gibi kendi icat ettiği enstrümanları da çalacak. Mevlânâ'nın şiirlerine yaptığı besteler nedeniyle ismi Mevlânâ ile özdeşleşen Shajarian, daha önce Hz. Mevlânâ'yı Anma Haftası kapsamında Konya'da sahneye çıkmıştı. Altı yıldır anavatanı İran'da sahneye çıkmayan büyük 'Üstad'ı dinlemeye hasret kalan pek çok İranlı müzikseverin de Shajarian'ın İstanbul konserini izlemek için Türkiye'ye gelmeleri bekleniyor.
|
Devamını oku...
|
HAT SERGİSİ
15-26 Ağustos 2011
Açılış: 15 Ağustos 2011, Pazartesi // Saat: 16.00-18.00 Yer: Dolmabahçe Sanat Galerisi, Beşiktaş, 0212 259 17 42
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Kültür Enstitüsü işbirliğiyle düzenlenen Hat Sergisi 15 Ağustos 2011, Pazartesi günü saat 16.00’da Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde ziyarete açılacak.
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) bölgesinde yer alan ülkelerin sanat mirasının gündeme getirilmesi amacıyla başlatılan EİT Hat Festivali çerçevesindeki sergilerin birincisi 13-27 Ekim 2010 tarihlerinde Tacikistan’ın başkenti Duşanbe, Behzad Sanat Müzesi’nde gerçekleştirildi ve bu sergiyle EİT üye ülkelerinden hattatların eserlerinden seçilen 300 çalışma sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Festivalin ikinci ayağını oluşturan Afganistan sergisi, 2-8 Aralık 2010 tarihlerinde başkent Kabil’de Babür’ün Bahçesi’nde ziyarete açıldı ve son olarak “Güneş Ülkesi” temalı sergi İran’ın başkenti Tahran’da 15-26 Haziran 2011 tarihlerinde Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluştu.
Festivalin dördüncü sergisi ise kültür başkenti İstanbul’da gerçekleştiriliyor. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerinden başta Türkiye ve İran olmak üzere Afganistan, İran ve Pakistan’dan 65’in üzerinde sanatçı, yüzün üzerinde eserle sergiye katılacak. Etkinlikte Ahmet Zeki Yavaş, Ali Şirazî, Ali Toy, Cevad Bahtiyarî, Davut Bektaş, Emir Ahmed Felsefî, Fuat Başar, Gulam Hüseyin Emirhanî, Hasan Çelebi, İlahî Hatemî, Muhammed Haydarî, Muhammed Salahşur, Osman Özçay, Savaş Çevik gibi hat üstatlarının eserleri yer alacak. Sanatçıların sülüs, nesih, nestalik gibi çeşitli yazı türlerinde kendi üslûplarını sergiledikleri birbirinden kıymetli hat sanatı eserlerinin birada sunulacağı sergi 15 Ağustos 2011, Pazartesi günü saat 16.00’da Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde ziyarete açılacak ve 26 Ağustos 2011 tarihine kadar 9.30 ile 17.00 saatleri arasında gezilebilecek.
|
Devamını oku...
|
|
14. İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali
İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nin on dördüncüsü, 29 Eylül – 3 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Festival, 1997 yılından bu yana Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce belgesel filme ev sahipliği yaptı. Çok sayıda belgeselciyi ve belgesel kuramcısını seyirciyle buluşturdu. Sinema sanatının evrenselliğini önde tutarak, belgesel sinema aracılığıyla farklı toplumların birbirlerini tanımalarının ve anlamalarının da önünü açarak sıcak bir ortam oluşturdu. Şimdi, “14.1001”de, tüm belgeselciler olarak, gerçeklerimizi ve hayallerimizi bir kez daha paylaşmaya hazırlanıyoruz.
1001 Belgesel Film Festivali’ne katılacak filmlerin seçimi, güçlü ve evrensel bir sinema dili kullanmış olmaları kadar; insanlığı yücelten değerleri, farklı kültürlerin birbirleri yerine geçirilmeden bir aradalıklarını savunmaları; insanlığın gelecek tasarımına katkı sağlamaları; farklı ve derin bakış açıları sunuyor olmaları temel ölçütleri çerçevesinde yapılır.
|
Devamını oku...
|
Yanni İstanbul Konseri
TARİH : 18 Eylül 2011 Pazar SAAT : 20.00 YER : Sortie
Dünyanın bir numarası Yunan asıllı Amerikalı piyanist sanatçısı Yanni 18 Eylül akşamı İstanbul'da.
Doğu Avrupa ve Asya turnesinin bir ayağında 18 Eylül pazar akşamı saat 8 de Istanbul'un en görkemli mekânlarından olan Sortie'de gerçekleştirilecek bu konserde Yanni, birbirinden enfes eserlerini siz Türk hayranları için çalarken kendi dallarında dünyanın en önemli sanatçılarına sahip olduğu orkestra ekibi de Yanni'ye bu unutulmayacak gece de eşlik edecekler.
25 Yıllık müzikal kariyeri boyunca toplamda 35'i aşan platin ve altın plak ödülü kazanan ve aralarında yayınladığı ilk 6 hafta içerisinde 1 milyondan fazla satan 1997 tarihli “Tribute” albümüyle 1994’te yayınlanan ve dünya çapında 7,5 milyondan fazla satan “Live at the Acrapolis” albümlerinin de olduğu birçok başarılı albüme imza atan Yanni, 1992 yılında Dare to Dream ve 1993 tarihinde In My Time albümleriyle de Grammy adaylıkları kazandı. |
Dr. Hayati Bice
Geride bıraktığımız 9 yıllık bir dönem bu konuda ümidvâr olmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor ise de yine de “çıkmayan candan ümit kesilmez” diye beklesinler bakalım; aziz yurdumun sanatçıları...
T.C. Kültür Bakanlığı’nın Nahoş Bir Uygulaması
Kars’ta yerel siyasi seviyenin belirlediği bir zevk kalitesi ile tercih edilip sit alanına dikilen bir heykel etrafında koparılan fırtına henüz yatışmış değil. Konuya “ucube” benzetmesi ile dahil olan başbakanın sözlerini “ucube sözü ile kastedilen heykel değil civardaki gecekondulardır” diyerek komik bir şekilde tevil etmeye kalkışan Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın düştüğü durum ise tarihe kaydedilecek kadar ibret verici oldu. Mehmet Aksoy isimli heykeltıraşın müellifi olduğu heykel projesinin akıbeti henüz belli olmadığından konunun önümüzdeki günlerde de gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacak. Bu nedenle ünlü sufi Ebu’l-Hasan Harakânî külliyesine (1) tepeden bakan Kars’taki tartışmalı heykeli bir kenara bırakarak Kültür Bakanlığı’na onlarca yıldır egemen olan zihniyetin ‘güzel sanatlar’ konusundaki yaklaşımını tartışmak istiyorum.
Kültür Bakanlığı’nın ‘Güzel Sanatlar’ Yaklaşımı
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın Türk kültürünün asırlık birikiminden tevârüs olunan geleneksel sanatlarımıza oldum olası ‘üvey evlad’ muamelesi yaptığı kültür ve sanat çevrelerinin iyi bildiği bir konu genel okur kitlesi için çok da bilinir bir durum olmayabilir. Bu nedenle konunun anlaşılması için somut bir konuyu ele alalım.
İlgililerinin yakından takip ettiği üzere Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, her iki yılda bir düzenli olarak ödüllü yarışmalar tertip eder. "Resim", "Heykel", "Özgünbaskı " ve "Seramik" dalları bu yarışmanın Batı kültüründen devşirilmiş gözde alanlarıdır. "Hüsn-i Hat", "Tezhib", "Minyatür", "Çini" ve "Ebru” ise son çeyrek yüzyıldır gündeme getirilen geleneksel Türk süsleme sanatları olarak kendilerine yer bulabilmişlerdir. Resim/heykel yarışmasının 70.; geleneksel Türk süsleme sanatları yarışmasının ise 15. kez yapılmış olmaları iki ayrı kategorinin devlet nezdindeki yerini gösterme açısından bir fikir verebilir.(2) Fakat asıl incitici olan husus bu iki yarışma kategorisine biçilen ödül değerlerinde ortaya çıkmaktadır.
Resim/Heykel’e 10 bin “az”; Hat/Tezhib’e 6 bin “naz”…
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın 2003 yılı duyurusuna göre "Resim", "Heykel", "Özgünbaskı " ve "Seramik" dalları için biçilen ödül 3.500 TL iken . "Hüsn-i Hat", "Tezhib", "Minyatür", "Çini" ve "Ebru” için verilecek ödüller için limit 2.500 TL. olarak belirlenmişti. Kültür Bakanlığı’nın 2009 ve 2010 yılında düzenlenen son yarışmalarında ise bu ödüller Resim/Heykel için 10.000 TL. ; Hat/tezhib için ise 6.000 TL.’ye yükseltilmiştir. (3) ‘Çağdaş’ sanatlar için belirlenen tarife ile “geleneksel” sanatlar için belirlenen tarife arasındaki bu nahoş farkı izah edebilecek bir Allah’ın kulu var mıdır şu memlekette?.. Bu soruyu sormak o ödüllerin verildiği bütçeye katkısı olan her T.C. Vatandaşı’nın hakkıdır.
“Öz Yurdunda Garipsin…”
Üstad Necip Fazıl’ın ölümsüz eseri Sakarya şiirindeki “öz yurdunda garip”liği terennüm eden mısraını ülkemizin hattat ve müzehhibleri de her yarışma ilanını beklerken mırıldanıyor olmalılar… İşin garip tarafı, liderinin ifadesi ile “muhafakâr demokrat” bir iktidar döneminde de bu “yerli olan”ı aşağılama politikasının devam ettiğini görmek işin hüzün boyutunu katmerlendiren bir husus olarak kaydedilmelidir. Bu noktada “sosyal demokrat” kökenli mevcut Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın günahına fazla da girmeyelim: Bu “yerli-milli olanı aşağılama politikası” kendi öznel “sosyal demokrat” yaklaşımı değildir; ondan önceki “muhafazakâr” bakanların döneminde de tavır, aynı tavırdı.
Yine seçim zamanı geldi; envaî türden nutuklar atılacak… Yine meydanlarda tezgah açacak “milli-manevi değerler” çarşısına nur yağacak. Fakat bilmem bir Allah’ın kulu çıkar da şu soruları sorar mı konu ile uzaktan-yakından ilgili bir siyasiye: “Kardeşim; öz sanatlarımıza desteği bıraktık bir kenara; ne zaman milli sanatlarımızı aşağılama politikasının farkına varacaksınız?” diye… Ya da, “Ne zamana kadar ressam/heykeltıraşları baş tacı yaparken mahzun hattat/müzehhiblerin boynunu bükük bırakmakta devam edeceksiniz?” diye… (4)
Geride bıraktığımız 9 yıllık bir dönem bu konuda ümidvâr olmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor ise de yine de “çıkmayan candan ümit kesilmez” diye beklesinler bakalım; aziz yurdumun elleri öpülesi san’atkârları…
Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
------------------------------
(1) Ebu'l-Hasan Ali el-Harakânî (ö. 425/1033): Ünlü bir Horasan sufisidir. Nakşbendiyye silsilesinin önemli bir ismi olan Harakânî, Attâr ve Mevlâna gibi kendisinden sonra yaşamış sufileri de derinden etkilemiş bir şahsiyettir. Mantıkut-Tayr, Tezkiretu’l-Evliya ve Mesnevî’de O’na isnad edilen birçok rivayet vardır. Türbesi İran’da Şahrud şehri Bestam ilçesindedir. Türbe girişindeki Harakânî’yi iki arslan ile birlikte gösteren heykel Mesnevî’de de nakledilen bir menkıbesinden ilham ile yapılmış olmalıdır.

|
Devamını oku...
|
Dr. M. Naci Onur İle Mülâkat
Taner NAMLI
Harput; şairiyle, şiiriyle, edibiyle, ilim adamlarıyla, âlimleriyle ve ortaya konulmuş birçok eserle göz dolduran bir mekândır. Bu güzel şehrin yetiştirdiği ilim adamlarından Dr. M. Naci Onur ile bir görüşme yaptık. İşte sorularımız ve aldığımız cevaplar:
Hocam, Eski Türk Edebiyatı alanında uzun yıllar akademik hayatımıza hizmet verenlerden biri olarak kendinizi kısaca takdim eder misiniz?
Memnuniyetle. 1944 yılında Elazığ’da doğdum. İlk orta ve lise tahsilimi Elazığ’da bitirdim. Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1968 yılında mezun oldum. Aynı yıl, Elazığ Lisesi edebiyat öğretmenliği ve baş muavinliğine atandım. 1970 yılında Elazığ Atatürk Lisesi Müdürlüğü’ne tayin edilerek beş yıl bu görevimi yürüttüm. Daha sonra 1975 ile 77 yılları arasında, Elazığ Milli Eğitim Müdürlüğü görevinde bulundum. 1978 ile 2002 yılları arasında da Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyeliği görevimin yanı sıra bölüm başkanlığını fasılalarla yürüttüm. 1987–88 yıllarında İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde part-time görev yaptım. Ayrıca 1989 yılında bir yıllığına İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde çalıştım. 2002 yılında da emekli oldum. Evli ve üç çocuk babasıyım.
Harput’taki Divan şiiri geleneği hakkında yapmış olduğunuz gerçekten önemli ve ciddi çalışmalarınızı takip ediyoruz. Harput’taki bu zengin şiir geleneği hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Harput’un bir şiir hassasiyeti var. İnsanların hassas oluşu, bir kısım insanları şiir yazmaya ve söylemeye yöneltmiş olsa gerek. Bunun evveliyatını Orta Asya’da aramak lazım. Çünkü göçler sırasında, Türkiye’nin gerek kuzeyinden gerek güneyinden Anadolu’ya gelip yerleşen insanların tamamı Türk’tü. Bunlar belli yerlerde yerleştikten sonra genetik olarak şairlik vasıflarını ve şiir hassasiyetlerini bu bölgelere taşımışlardır. Azerbaycan, Kırım, Harput, Urfa, Kerkük gibi bölgelerde yaşayan insanların dil, din, kültür, gelenek ve görenek, yaşayış tarzı ile birbirine bağlı müştereklikleri göz önüne alınırsa, şiirdeki birlikteliklerinin de mevcut olacağı kabul edilir. Onun için Azerbaycan’da söylenen bir maninin, Harput’ta, Urfa’da ve Kerkük’te birbirine çok benzeyen, fakat bir iki kelimesinin ayrı olduğu varyantlarına rastlamamız mümkündür. Bu bakımdan Harput’taki şiir geleneğini, bahsettiğimiz bu yörelerden ayırmamız pek uygun olmaz. Şu anda yaptığımız araştırmalar, Harputlu şairlerin şiirlerinin gün yüzüne çıktığı zamanı 18. yüzyıl olarak işaret etmektedir. Çünkü bu asırdan itibaren Divan şiiri örneklerini veya divanları görebilmekteyiz. Bundan önceki yüzyılları da incelemek gerekir. Şiir geleneği, genellikle Divan tarzının ağırlığı altındadır Harput’ta. Ancak halk edebiyatı mahsullerine az da olsa rastlanmaktadır.
Şiirin Harput’ta yeşerip yayılmasının yegâne sebebini, bu yörenin tam ortasında yer almış olmasına ve uzun kış gecelerinde insanların yapacak işlerinin olmaması dolayısıyla “kürsübaşları”nda ya da “ocakbaşları”nda toplanarak edebî bir ifade faaliyeti içerisine girmelerine bağlayabiliriz. Ayrıca bu anlamda, şair ve ediplerin birbiriyle yarışlarına da şahit oluyoruz. Bunlar her gün yeni yeni şiirler ortaya koyarken ülkenin baş şehri olan İstanbul’daki şairlerden de geri kalmamaktadırlar. Ortaya konan divan veya divançeler bunların en güzel örneklerini teşkil etmektedir.
|
Devamını oku...
|
|
|
|
<< Başlangıç < Önceki 1 2 3 4 5 6 7 8 Sonraki > Son >>
|
Sayfa 1 / 8 |