Bir Sanata Can Vermek - Kaatı' |
Kaatı’ (ince kağıt oyma sanatı) Doğu Türkistan’da gelişmiş, Afganistan’da köklenmiş, 14. Yüzyılda Anadolu’ya girdikten sonra Yıldırım Bayezid, yeni çağın fatihi Fatih Sultan Mehmet ve Sultan Süleyman zamanlarında altın çağını yaşamıştır. O dönemde pek çok saray sanatçısı kendilerin sadece Kaatı’ya adamış ve eserlerini sultanın beğenisini kazanmak için yapmıştır. Bu seçkin saray sanatçılarından etkilenen diğer sanatçılar da bu eserlerden etkilenerek Kaatı’ eserler üretmiş ve ilgilenen müşterilerin beğenisine sunmuşlardır. Yine bu eserleri beğenerek kendi ülkelerine götüren Avrupa’lı tüccarlar, bu sanatın kendi ülkelerinde yayılmasına önayak olmuşlardır. Kaatı sanatının Avrupa’ya geçerek “silhouette cutting” adıyla yaşamına devam etmesinde Osmanlı’ların ürettiği bu eserlerin etkisi büyüktür. Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, uzun dönemli savaşlar ve çeşitli düzensizlikler Kaatı’ sanatının ve sanatçılarının unutulmasına yol açmıştır. 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Ord.Prof.Dr.Süheyl Ünver ve kendisini onun gibi bu sanata adamış diğer sanatçılar tarafından Kaatı sanatı yaşatılmaya başlanmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Kaatı’ sanatı Süheyl Hoca’nın gelini olan Dürdane Ünver’in ve arkadaşlarının çabalarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “milli sanat” olarak kabul edilmiş ve üç yıllık bir eğitim programı ile öğretilmeye başlanmıştır. İşte bu sanat günümüzde bu şekilde canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
Alpar Türk, bu üç yıllık programda eğitmenlik yapan günümüzdeki sayılı Kaatı’ ustalarını bulduğunu ancak bu meşgul insanlarla iletişime geçmek için çok uğraştığını söylüyor. Alpar, altı ay süren ısrarlı çabalarının sonucu, ulusal sanatımızın bu ustalarıyla röportaj yapma şansı yakalamış. Bazıları daha önce bu tür röportaj taleplerini kabul etmediklerini, Alpar’ın bu genç yaşında takındığı ısrarcı ve kendinden emin tutumdan etkilenerek görüşmeyi kabul ettiklerini belirtmişler ve hem Kaatı’ ile ilgili tüm bildiklerini, hissettiklerini anlatmışlar, hem de kendi eserlerini tanıtmışlar. Alpar, sanatçıların daha ilk görüşmede yüreklerini kendisine tamamen açtıklarını ve bundan çok etkilendiğini belirtiyor. Daha sonra yaptığı mülakatlarda bu sanatçıların hiçbir kişisel beklentileri olmadan, maddiyattan uzak verdikleri emeğin ve sanat denen şeyin ne kadar asil olduğunu yüreğinde hissetmiş. Bunlardan etkilenen Alper, “Kumsaldaki binlerce denizyıldızından birkaçını bile denize fırlatabilsem kârdır ve bu sanatçıların bana, uğruna uğraştıkları ulusal sanatımıza gösterdikleri gibi verdikleri sabır, anlayış, sevgi ve saygıya karşılık ben de küçük de olsa bir katkıda bulunabilirim,” diyor ve kitabı hazırlamaya koyuluyor. Turkishny.com |