Permakültür: Hayat İçin Tasarım


"Permakültür sadece yeni bir bahçıvanlık yöntemi değil, Dünya gezegeni üzerinde yaşamanın sürdürülebilir yoludur."

Alan Atkinson’ın Bill Mollison ile söyleşisi

Kaynak: www.permakulturplatformu.org , Çeviri: İlknur Urkun

Bill MollisonBill Mollison yaşayan bir efsane. Farklı kaynaklarda kendisinden permakültür dehası, "Avusturalya’nın David Brower’ı," ya da huysuz bir ihtiyar olarak söz ediliyor. Kimi zaman büyük bir hayranlık kimi zaman ise küçümseme biçiminde olsa da, Mollison’un aldığı tepkiler hep çok güçlü. Kendisi kesinlikle, doğacı davranışsal bir yaklaşım ile yıllardır üzerinde çalıştığı insan türünün en ilginç örneklerinden biri.

Geçenlerde Mollison’ın yolu bir film ekibi ile birlikte Seattle’a düştü. Ekip doğa ile işbirliği içinde oldukça yeni (bazılarına göre ise oldukça eski) bir bahçıvanlık, tasarım ve sürdürülebilir yaşam biçimi olan permakültürün büyük başarıları üzerine bir belgesel çekiyordu. İronik bir şekilde şehir merkezinde, trafik gürültüsü ile dolu bir otel odasında buluşup permakültürü tanımlamaya çalıştık ve modern yaşamın rahatsızlıkları hakkında konuştuk.  Daha detaylı bir okuma için Mollison'ın Permaculture: A Designer's Manual adlı kitabı edinilebilir.

(Ç.N.: Kitabın Türkçe çevirisinin Sineksekiz Yayınlarından 2010 yılı sonuna kadar yayınlanması beklenmektedir - www.sineksekiz.blogspot.com)

Alan: Permakültür benim için biraz kaygan bir alan. Ama okuduklarıma göre aslında permakültür yapanlar bile tam olarak bunun ne olduğunu anlayamıyorlar.

Bill: Permakültürün ne olduğunu kendim de bilmediğimden eminim. Zaten işte bunu, dogmatik olmamasını seviyorum. Ancak gelmiş geçmiş tek organize tasarım sistemi olduğunu söylemeliyiz. Bu da permakültürü oldukça rahatsız edici hale getiriyor.

Alan: Neden "rahatsız edici"?

Bill: Yaşam için tasarıma dair başka bir kitap yok. Sizce de bu rahatsız edici değil mi? Yani yaşamımızı bizim için katlanılabilir olacak şekilde tasarlamazsak hayatta kalmamızı nasıl bekleyebiliriz?

Çok rahatsız edici bulduğum diğer bir şey ise insanların bir ev inşa ettiklerinde bunu neredeyse tamamen yanlış yapıyor olmaları. Sadece bazı hatalar yapmıyorlar, toptan yanlış yapıyorlar. Örneğin, eğer birilerini arazide serbest bırakıp ev yapmak için bir alan seçmelerini isterseniz, bunların yarısı bir dahaki yangında ölecekleri ya da kendilerine su götürülmesinin mümkün olmayacağı yamaçları seçiyorlar. Ya da baraj yapılacak alanları seçiyorlar. Ya da bir sonraki büyük fırtınada evlerinin uçacağı yerleri seçiyorlar. 

Diğer taraftan her kentin de en az yarısı yanlış yapılmış durumda. Mesela 30–60 enlemleri arasında evin geniş cephesinin güneşe dönük olması gerekir. Ama arazi karelere bölününce evlerin yarısı yola bakmak için yanlış yönlenmiş oluyorlar. Kırsal alanlardaki evlerde ve yollardan uzak yerler de bile kahrolası yola bakıyorlar. Buradan başlayınca da artık hep daha fazla yanlış yapıyorsunuz.

Tasarımın en güzel kurallardan biri temel şeyleri doğru yapmaktır. O zaman her şey kendiliğinden biraz daha doğru olur. Ama eğer temel bir şeyde hata yaparsak- ben buna 1. Tür Hata diyorum- artık hiçbir şeyi doğru yapamayız.


 

PermacultureAlan: “Biz” derken genel olarak insanları mı yoksa özellikle Batılı insanları mı kastediyorsun?

Bill:
Genel olarak insanlar. İnşaat ve gerçek hayat fiziği ile ilgili rasyonel olduğunu gördüğümüz birkaç toplum var. Bazı eski Ortadoğu toplumları kentlerin tümünü kapsayan aşağı doğru akımla soğutma sistemleri ve pasif hızlı buharlaşma ile buz yapma sistemlerine sahiplerdi. Bunlar fizik ilkelerini kullanarak ek enerji kaynaklarına ihtiyaç duymadan konfor yaratmayı başarmış rasyonel insanlardı.

Ama modern evlerin çoğu elektrik olmadan içinde yaşanamaz durumda. Neredeyse elektriksiz sifon bile çekilemiyor. Bu çok büyük bir bağımlılık durumu. Her ev kendi başının çaresine bakmalı, hava ısınınca ev soğumalı, hava soğuyunca ev ısınmalı. Bunlar çok basit şeyler biliyor musun? Bunları nasıl yapacağımızı çok uzun zamandır biliyoruz.

Alan: Ve yine de yapmıyor olmamız rahatsız edici.

Bill: Ve bahçeyi eve destek olacak şekilde tasarlamıyor olmamız daha da rahatsız edici. Tarımı sürdürülebilir bir şekilde tasarlamıyor olmamız hepten rahatsız edici. Bir felaket tasarlıyoruz ve tabiî ki felaket oluyor.

Alan: Eski bir Çin atasözü var: “Eğer yönümüzü değiştirmezsek kendimizi gittiğimiz yerde buluruz.”

Bill: Aynen öyle. Sanırım ırk olarak ölüm fermanımızı imzalamış durumdayız. Yaşadığımız yer hakkında hiçbir şey bilmiyor ve bilmek de istemiyoruz. Sona koşmaktan mutluyuz, aynı Bush gibi. Irak’ta ihtiyacı olandan fazla petrolü kurtarabilecekken gidip “kıçlarına tekme vurmayı” –insan öldürmeyi- tercih etti ve sonuçta daha fazla petrol harcadı.

Amerika rahatsız edici bir toplum. Sanki toz duman içinde yaşamayı istiyorlar. Ama bizim yerlilerimizden birinin söylediği gibi, “Eğer yatağına sıçarsan tabiî ki içinde yuvarlanacaksın”.

PermacultureAlan: Permakültüre geri dönersek, şu anda yapabileceğin en iyi tanım nedir?

Bill: Rasyonel bir insanın kendi yatağına sıçmamak için benimsediği yaklaşımdır diyebiliriz.
Ama eğer iyimserseniz, aslında bir Cennet Bahçesi yaratma çabasıdır diyebilirsiniz.  Ya da bir bilim insanıysanız, permakültürü tüm bilim ve sanatların gömleğini içine asabileceğiniz ve bunların hep uyum içinde ve zaten asılı olan şeylerle sürekli ilişkili olduğu mucizevî bir gardıroba benzetebilirsiniz. Permakültür sürekli hareket eden ama her yerden bilgi alabilen bir çerçeve.
Bunu tam olarak kavramak zor, ben de yapamıyorum. Sanırım permakültürü çoğu insandan daha iyi biliyorum ve yine de tanımlayamıyorum. Permakültür çok yönlüdür ve başlangıçtan beri kaos teorisini içerir.

Bak, eğer biyolojik sistemlerin bir araya getirilmesi ile uğraşıyorsan bunları bir araya getirebilirsin ama ilişkilendiremezsin. Bizim yaratma gücümüz yok, sadece birleştirme gücümüz var. Dolayısıyla durup aslında biraz da hayretle onların birbiriyle ilişkilenmesini izlersin. Doğru bir şey yaparak başlarsın ve hayal edebileceğinden daha doğru hale gelişini izlersin.

Alan: Bu bana John Todd’u ve onun yapay ekosistem birleştirme konusundaki çalışmalarını hatırlattı.

Bill:
Bu günlerde bunun birçok ismi var. Ama ilk kitabım olan Permaculture One’ı yayınladığımda bunun için bir kelime yoktu. Tam da bu anlama geliyor: yapay ekosistem birleştirme. Permakültürün yazılması gerekiyorsa benim buna uygun kişi olmadığımı söyleyen herkese katılırım. Bu dünyanın John Todd ve Hunter Lovinsesleri benden daha iyi bir iş çıkarırlardı. Ama eninde sonunda yazılması gerekiyordu ve benim yazmış olmam tarihi bir şanssızlık oldu.

Alan: Permakültür fikri nasıl ortaya çıktı? Buna ne yol açtı?

Bill:
28 yıl doğal sistemler üzerine arazi çalışması yaptıktan sonra dağdan şehre indim ve akademisyen oldum. Dolayısıyla ormandayken keseli sıçanlara duyduğum ilgiyi insanlara yönelttim. Artık araştırma hayvanım insanlar olmuştu. Gece gözlemleri ve çıkardıkları sesler üzerine fonograf kayıtları yaptım. Ağlamaları, iletişimleri, alarm işaretleri üzerinde çalıştım. Ne söylediklerini hiç dinlemedim. Ne yaptıklarını izledim. Yani Freud, Jung ve Adlerlerin yaptığının tam tersini yaptım.

Kısa zamanda hayvanımı oldukça iyi tanıdım ve ne söylediklerinin fark etmediğini fark ettim. Ne yaptıkları çok ilginçti ama yaptıklarının söyledikleriyle ya da yaptıkları hakkındaki hangi sorulara cevap verebilecekleriyle arasında hiçbir ilişki yoktu. Hiç. İnsanları araştırırken ne söylediklerini dinleyenler kendilerini aldatmış. Yapmaları gereken ilk şey şu soruya cevap vermekti, “Davranışları hakkında size doğru bilgi verebiliyorlar mı?" Cevabı ise, "Hayır, bu zavallılar bunu yapamazlar.”

1972 yılında kendimi bir süre geri çektim, ormanda bir yer buldum, bir ambar ve bir ev inşa edip bir de bahçe yaptım ve insanlıkla uğraşmaktan vazgeçtim. Üniversiteden, araştırma merkezinden, hepsinden iğreniyordum.

Aklıma permakültür fikri ilk geldiğinde beynim vites değiştirmiş gibi oldu ve baktım ki fikirleri yeterince hızlı şekilde yazıya dökemiyorum. Bir kez kendi kendine “Ama fizik bilgimi evimde uygulamıyorum” ya da “ekoloji bilgimi bahçemde kullanmıyorum, yaptıklarıma hiçbir zaman uygulamamışım” dediğinde sanki beyninde fiziksel olarak bir şey hareket etmiş gibi oluyor. Birden “bildiklerimi yaşam biçimime uygularsam, bu bir mucize olur!” diyorsun. Sonra her şey önünde büyük bir halı gibi açılıyor. Bir düğümü çözünce gerisi yokuş aşağı yuvarlanıyor.

Alan: Bu noktada permakültür sadece bir tasarım biçimi değil bir hareket. Ne başlattın böyle?

Bill:
İyi olan her şey kendini idame ettirebilmeli. Artık kendim de anlamadığım bir şey başlattım ve artık tamamen kontrolüm dışında. İnsanlar beni hayrete düşüren, benim hiç yapamayacağım ve çok iyi de anlayamadığım işler yapıyorlar.

Mesela 1983 yılında benden eğitim almış olan Janet McKinsey bir arkadaşı ile ormana kaçıyor. İki tane çocuklu kadın. İhtiyaçlarını oldukça azaltabileceklerine karar veriyorlar ve kendi evlerinde bunun nasıl yapabileceklerine dair oldukça bilimsel bir çalışma yapıyorlar. “Çevreyi Korumak için Evdeki Fırsatlar (HOPE)” adında bir şey başlatıyorlar.

Mesela şampuan olsun, çamaşır deterjanı olsun, tüm temizlik maddelerinde dört etken madde olduğunu söylüyorlar. Bunları toptan alıp doğru oranda karıştırırsan işe yarıyor. Bunlara ekolojik de deseler, etiketinde atlayan yunuslar da olsa hepsinin içinde bu lanet olası dört madde var. Bunların dışındaki her şey tamamen güzel koku vermek ya da rengini mavi yapmak için eklenen gereksiz şeyler.

Alan: Yani onların bu yaptıklarına da mı permakültür diyorsun?

Bill: Buna ne isim verilir bilmiyorum. Ama bu noktaya bir permakültür kursuyla geldiler. Şehre inip –Avusturalya’da Benala kasabası- ilk derslerini verdiklerinde kasabanın kadınları “Bu harika bir şey, hepimiz böyle yapacağız!” dediler. Kadınlar bu büyük kutulardan sipariş ettiler ve bu yüzden kasabadaki dükkânlar değişmek zorunda kaldı çünkü diğer saçmalıkları artık satamıyorlardı.  Bunun üzerine yerel yönetim de değişmek durumunda kaldı ve geri dönüşümü kurumsallaştırdı.

Yani bu kadınlar; ki malları satın almak için toplumun parasını kadınlar harcar, satın aldıkları her şeyi enerji kullanımı ve gerekliliğine göre incelediler, fazla enerji harcayan ve gereksiz olan şeyleri elediler. Sadece kadınların neyi ve nasıl satın alacaklarını öğrenmesi sayesinde akıl sağlığımıza yeniden kavuşabiliriz. Her iyi fikir gibi bu da deli gibi yaygınlaştı.

Yani öğrencilerim beni sürekli şaşırtıyor. Bu da başka bir hikaye: Botswana’da bir permakültür kursu verdim ve öğrencilerim şimdi Namibya’da çölün ortasında dillerini kimsenin bilmediği yerlilere permakültür öğretiyorlar.

Alan: Yerlilerin zaten bilmediği ne öğretiyor olabilirler?

Bill: Bahçıvanlık. Çünkü yerliler artık avlanamıyorlar. Avlaklar Avrupa Komisyonu’nun besi çiftlikleri için çekilen çitler yüzünden kullanılamıyor. Aynı Aborjinlerin durumu gibi. Yiyeceklerinin %63’ünün şu anda soyu tükenmiş ve geri kalanı oldukça nadir bulunuyor. Artık bir Aborjin ya da yerli gibi yaşayamıyorsunuz. Bu yüzden yaşamlarının temelini tümden tekrar tasarlamaları gerekiyor. Permakültür bunu kolaylaştırıyor.

Alan: Yani permakültür her şey kadar algımızda da bir değişim, bir şeylere bakmaya başladığımız yerin değişimi gibi görünüyor.

Bill: Sanırım bu doğru. Benim için Batılı eğitim çilesinden sonra pasif öğrenmeden (bilirsin “kitaplara göre bu böyledir”) aktif bir şeye geçiş oldu. Bu üniversite insanları için korkutucu bir düşünce ama fizikçiler fizik öğreteceklerine eve gidip fizik evlerine nasıl uygulanabilir diye bakmalılar.
Şimdi üniversitede çok ileri fizik dersleri veriyor olabilirler. Ama akşam enerji kullanımı konusunda vasat denilebilecek bir ev ortamına dönüyorlar. Bunu göremiyorlar ve bu körlük korkutucu.

Neden kendini besleyebilen, yakıtını üretebilen, kendi suyunu hasat edebilen insan yerleşimleri inşa etmiyoruz? Herhangi bir insan yerleşimi bunları kolayca yapabilecekken? Bu herkesin yapabileceği basit bir şeyken?

Alan: Belki de o kadar zengin olduğumuzu düşünüyoruz ki bunlara gerek olmadığına inanıyoruz?

Bill: Ben buna zenginlik demiyorum. Eskimoların, İnuitlerin zenginlik tanımını bilmek ister misin? Zenginlik doğal dünyayı derinlemesine anlamaktır. Bence Amerikalılar acınacak derecede yoksullar çünkü doğal dünyayı hiç anlamıyorlar.

Alan: Permakültür yapmak istiyorsak ve etrafta bir eğitmen yoksa nereden başlamalıyız?

Bill: Tam durduğun yerden başla.

Alan: Söylediğin bir şeyi okudum, “Burnundan başla, sonra ellerine…

Bill: "... arka kapına, kapının eşiğine". Bunların hepsini doğru yaparsan diğer her şey doğru olur. Bunların hepsi yanlışsa hiçbir şey doğru olamayacaktır. Diyelim ki büyük bir uluslararası yardım örgütünde çalışıyorsun. Evinden Mercedes’inle çıkıp 80 kilometre yol kat ederek bodrum katındaki dizel motorların harıl harıl çalışarak soğuttuğu betondan bir blok olan iş yerine gidip Afrika için çamurdan kulübeler planlayamazsın! Bulunduğun yerde doğruları yapamıyorsan çamur kulübeleri doğru tasarlayamazsın. Önce kendin için doğru ve çalışan şeyleri yapıp sonra bunu anlatacaksın.

 

Alan: Permakültür yapmak soyutlamanın tersi gibi.

Bill: Başka bir şekilde söyleyelim. İnsanlara kolayca bahçıvanlık öğretebilirim ve bahçıvanlığı öğrendiklerinde filozofa dönüşebilirler. Ama hiçbir zaman insanlara filozof olmayı öğretemem. Öğretebilseydim bile onlardan artık bahçıvan yapamazdık.

Araba kullanan, gazete alan ve kendi sebzelerini yetiştirmeyen filozof kökten ekolojistler aslında kökten ekolojist değil benim düşmanımdır.
Scott Nearing ya da Masanobu Fukuoka gibi kendisi ve çevresindekileri gözetenler kökten ekolojistlerdir. Bunlar anladığım felsefeden konuşurlar. Böyle insanlar hiçbir şeyi zehirlemez, mahvetmez, toprak kaybetmez, sürdürülebilir olmayan şeyler inşa etmezler.

Alan: Yaptıklarına bakınca yön değiştirmek çok da zor görünmüyor.

Bill: Bence benimki çok zengin bir hayat. Muhtemelen çok şımarık bir yaşamım var çünkü permakültürle ilgilenen bir kişiden diğerine seyahat ediyorum. Bazıları kabilede yaşıyor bazıları kentte. İnsanların oldukça ilginç bir topluluk olduğuna inanıyorum ve hepsi sürekli ilginç şeyler düşünmek ve yapmakla meşguller.

Alan: Permakültür doğaya müdahale gerektiriyor ama ne kadar ileri gitmemiz gerektiğini düşünüyorsun? Genetik mühendisliği yapmalı, hibritler yaratmalı mıyız?

Bill: Önemli olan kesinlikle hiç tarım yapmamak ve özelikle modern tarım bilimlerini yasaklamak. Bunlar hakikaten büyücülükten daha fena. 1930-1980 yılları arasında üniversitelerde okutulan ziraat Dünya’ya diğer tüm faktörlerden daha fazla zarar verdi. “Doğaya müdahale etmeli miyiz?” artık bir soru olmaktan çıktı. Dünyanın her yerinde doğaya müdahale ettik zaten.

Dünyayı kendi haline bırakırsanız ölümü seçmiş olursunuz. Nesil tükenme hızı şu anda o kadar yüksek ki yenibileşim (rekombinant) ekolojiler üretme durumuna geldik. Artık dünyada sistemi ayakta tutmaya yetecek kadar tür yok. Doğanın geri kalanları bir araya getirmesine izin vermek ve bizim kıçımızı kurtarmak için neler yapabileceğini izlemek zorundayız.

Bir taraftan da, yaban hayatına az da olsa benzeyen her şeyi kesinlikle kendi haline bırakmalıyız. Oralarda işimiz yok artık. Kalan son yaşlı ağaçları kesmek seni kurtarmayacak. Son antik ormanları göreceğin noktaya hiç ulaşmamış olmalıydın zaten! Hemen oradan uzaklaş çünkü öğrenmen gereken dersler orada. Bu dersleri bulabileceğin son yer orası.

Alan: Permakültür nasıl tepkiler alıyor? Mesela eleştirmenler kitapların için neler diyor?

Bill: Permakültür kitaplarım hakkında ilk eleştiriyi yazmaya başlamamdan üç yıl sonra okudum. Yazı şöyle başlıyordu; “Permaculture Two kışkırtıcı bir kitap." Ben de dedim ki, "En azından birisi permakültürün nasıl bir şey olduğunu anlıyor." Bu dünyada nasıl yaşayacağımızı tekrar tasarlamak zorundayız. Tarım yapmak zorunda olduğumuzu, ihracat yapmamız gerektiğini söylemeyi bırakın, çünkü ölümümüz bunlardan olacak. Permakültür yaptıklarımızı ve düşündüklerimizi sorguluyor ve bu anlamda bu bir kışkırtma.

Son zamanlarda Amerika sınırlarından geçerken beni sorguluyorlar. "Mesleğiniz nedir?" diye soruyorlar. "Sadece basit bir bahçıvanım” diyorum. Ve bu çok kışkırtıcı. Eğer bugün basit bir insansanız ve basit bir yaşam istiyorsanız bu acayip kışkırtıcı oluyor. Ve insanlara daha basit yaşamalarını önermek daha da kışkırtıcı.

Görüyorsun, permakültürün en kötü yönü çok başarılı olması ama bir merkezi ve hiyerarşisi olmaması.

Alan: Bu kimin için kötü?

Bill: Onu söndürmek isteyenler için. Bu milyonlarca başı olan bir şey. Zaten permakültür ipini koparmış bir düşünce biçimi ve bir düşünce biçimini kutusuna geri koyamazsınız.

Alan: Bu anarşist bir hareket mi?

Bill: Hayır, anarşi işbirliği yapmadığınız anlamına gelir. Permakültürde herkes ve canlı ve cansız her şey arasında tam işbirliği gerekir. Bir şeyleri itip kakarak, patronluk taslayarak ya da zorlayarak işbirliği yapamazsınız. Hiyerarşik bir sistemde işbirliği yaratamaz, ancak yukardan yaptırımı olan emirler alırsınız ve bildiğim hiçbir şey bu yolla işlemiyor. Bence dünya milyonlarca birbiri ile ilişkili küçük kooperatifle çok güzel işlerdi.

Alan: Davranışlarımız hakkında yaptığınız tüm araştırmalar ve permakültürün yayılması yönündeki çalışmalarınız sonucunda, tür olarak devamlılığımızı sağlayacağımıza dair umutlu musun?

Bill: Bence “İnsanlık soyunu devam ettirebilecek mi?” gibi sorular sormak yersiz. Bu tamamen insanlara kalmış, isterlerse yapabilirler, istemezlerse yapmazlar.

Sahip olduğumuz tüm becerileri diğerleri ile ilişkili bir biçimde kullanırsak her şeyi başarabiliriz diyorum.  Ama becerilerini gerçekten inanmadığın başka sistemlere ödünç veriyorsan sanki hiç yaşamamışsın gibi oluyor. Çünkü kendini hiç ifade edememişsin.

İnsanlar kendilerine bir yol gösterici arayışındaysa onlara insanların yaptıklarına bakmalarını söylüyorum. Söylediklerini pek dinleme. Ve arkadaşlarını, söylediklerini beğenmesen bile yaptığı şeyleri beğendiğin insanlar arasından seç.

Biz tavuklar bu işi başarıyoruz. Başka kimseye ihtiyacımız yok. Dünyayı tedavi etmek için elimizden gelen her şeyi yapma gücümüz var. Petrole, devlete ya da başka bir şeye ihtiyacımız olduğuna inanmak zorunda değiliz. Bunu yapabiliriz.

 
FARSAK PROJESİ

FARSAK PROJESİ NEDİR? 

Farsak projesi kaynağında para olmayan, hibe alınmayan ilk denge projesidir.

Bu yönüyle dünya çapında bir başka örneği daha yoktur.

Farsak projesinin amacı ahlaki değerleri yüksek bir toplum, insanın temel ihtiyacı olan barınak, yiyecek içecek, üremek, güven içinde yaşamak ve bilgidir.

Projenin kaynağı; insan, toprak, su, genleri oynanmamış doğal tohum, doğanın insanlara sunduğu ürün ve hayvan varlığımızdır.

UFRAD Farsak projesini bir marka halinde dünyaya tanıtmak üzere 17.06.2009 tarihinde oybirliği ile projeyi destekleme kararı almıştır. Bu tür bir karar UFRAD’ın aldığı ilk karardır. (www.ufrad.org.trwww.franchise-net.com)

Başta Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi olmak üzere birçok üniversitenin öğretim üyeleri projeye destek vermektedir.

Sakarya Üniversitesi projeyi ders programına almıştır.

 

KÖYLÜ KALKINMADAN ÜLKE KALKINMAZ

Farsak Projesi ekonomik kaygıları gelir hedefleyerek gidermeyi amaçlamaz. Ekonomik gelir, bütün girişimlerin bir sonucudur ve böyle olacağını bildiğimiz için gelir hiçbir şekilde ön planda değildir. Odaklanılması gereken, doğru bilginin köylerimize aktarılması ve ahlaklı, karakterli, dünyada kendi kimliğiyle örnek olacak, birbirini ezen değil, birbirinin başarısı için çalışan bireyler halinde ortaya çıkılmasıdır. Birçok proje bu hususları dikkate almadan hedefe odaklandığından, başarısız olmuşlardır ya da uzun vadede gerçek gelişimi, kendini dönüştürüp zamanın şartlarına adapte olmayı sağlayamayacaklardır.

“Farsak Projesi bir köy kalkınma projesi” değil, “köylünün köyünü bilim adamlarıyla, üniversite gençliğiyle, halkımızla, esnaf, sanatkar ve devletin bütün kurumlarıyla işbirliği yaparak, topraklarına, ormanlarına, hayvanlarına, suyuna sahip çıkarak kalkındırması” anlayışıdır. Nasıl ki avcı-toplayıcı toplumlardan tarım toplumlarına geçiş yapıldığında bir kalkınma olmuştur, bilimin ışığı da geçtiğimiz yüzyılda aynı etkiyi yapmıştır. Ancak, Türkiye için böyle bir etki, böyle bir kucaklaşma olmamıştır. Sadece bir açısını bir örnekle vermeye yer var fakat sosyal bilimlerin karmaşıklığına vakıf bir şekilde ilerliyoruz ve bahsettiğiniz sonuçlar da en verimli ve etkin şekillerde ortaya çıkacaktır.


 

FARSAK PROJESİ NASIL BAŞLADI?

Klasik bir başlangıç; sene 2006, mevsim sonbahar. Bizler nasıl bir dergi ile bugünü kayıt altına alıp yarına aktarabileceğimizi, yapılabilecek işleri önerip insan kaynaklarımızı birbirinden haberdar edebileceğimizi planlarken ortak bir dostumuzun girişimiyle Tuncer Gültang ile tanıştık. O ise memleketi olan Feke’de yaşanmakta olan sorunların üstesinden nasıl gelinebileceği üzerine kafa yoruyor, bununla da kalmayıp, ileriki dönemlerde karşılaşacağımız ister sorun deyin ister engel deyin kimi zorlukları belirlemeye çalışıyordu.

Daha sonraları birbirimize itiraf ettiğimiz üzere, biz yine “çok bilen” bir kişilik ile karşılaşmaktan endişeleniyorduk, Tuncer Gültang ise olmayacak hedefler gösterip etik olmayan yollarla servet peşinde giden kimselerle tanışarak gereksiz yere vakit kaybedeceğini düşünüyordu. Ama gerçek öyle değildi. Allah, nice servet sahiplerine nasip olmayan bir bereketi o geceki saf, temiz ve içten duygularla yapılan tanışmaya nasip edecekti. Bu bereketi insan duyularına ve aklına tercüme etme işini ileriki bir zamanda yapacağız. Bunu yapmamız gerekir çünkü Hak’kın her lafzı akla hitap eder. Duyguların ve dolayısıyla heveslerin aklın önüne geçtiği yerde Allah’ın bereketi değil, sınaması vardır. Biz Farsak Projesi’nde tıkandığımız yerleri düşündüğümüz kadar, başardığımız hususları da sürekli sorguladık, yanlış heveslerden uzak durduk, bizi geciktirse bile herkesi bu projeye katılmaya davet etmekten kaçınmadık.

Farsak Projesi daha başlangıçta yavaş ve çok ağır da olsa dalga dalga yayılacak şekilde hedeflendirildi. Gerekli noktalarda gerekli bilgiye ve samimiyete sahip kişilerin desteğiyle geliştirildi. Böyle olmasaydı, bugün bir kısım insan bayağı bir servet sahibi olabilirdi. Aksine, diğer projelerin çoğunun kaçınılmaz kaderi ile nasıl olup da karşılaşmayacağımızı ifade edebilmek amacıyla kendimizi, düşünce altyapısını yani Farsak Projesi’nin temelindeki görünmeyen zeminini bir dizi köşe yazısıyla sıraladık. Kendisi hiçbir yerde bahsetmez fakat burada not düşelim; Tuncer Gültang bazı büyük gazetelerin onurlandırıcı tekliflerini bu altyapının gerçekliği nedeniyle kabul etmedi. Çünkü o, kendi insanlarının arasında olmalıydı, kimsenin hizmetinde değil, ideallerinin hizmetinde olmalıydı. O, spot ışıklarının insanı değiştirebileceğini biliyordu ve nefsini dinlemedi.

2007 yılının Temmuz’unda, artık çok önemli ve değerli insanların ve kurumların desteğini ve katkısını almış hale gelen Farsak Projesi’ni herkese duyurmak için sayfalarımıza yansıttık:

“Bölgemizin en büyük sorunlarından birisi olan göç, artan nüfus artışıyla birlikte istihdam sorunlarını ve kentsel şiddeti beraberinde getirdi. Bir parça aş uğruna doğduğu yerleri bırakan insanlar alışık olmadıkları topraklarda ne umduklarını buldular ne de içlerinde her zaman olan huzuru yaşatabildiler.

Bölgemiz uzun zamandır göçle birlikte gelen işsizlik sorununa çözüm ararken geçtiğimiz yıl Adana’nın Feke ilçesine bağlı Güzpınar Köyü başbakanlığa müracaat etti. Göç istiyorlardı. Yaşadıkları bereketli topraklarda her imkanları vardı. Ama bir de ayda ellerine geçebilecek 100 YTL paraları olsaydı.

Bu haberi duyan Tuncer Gültang hemen köyüne doğru harekete geçti. Köyünde öyle bir proje geliştirmeliydi ki, köylüsü bir daha asla toprağından vazgeçmemeliydi. Projeyi hazırladılar. Önce içecek suları yoktu, getirttiler. Köyün içinde harabe bir okul vardı, yıktırdılar. Daha sonra da ürünlerini nasıl pazarlayacaklarının çizgisini çizdiler. Köylüler projelerini o kadar sahiplendiler ki, bir komite kurdular içlerinden, bir tarım bakanı, bir orman bakanı, bir hayvancılık bakanı seçtiler. Belki ülkeyi değil ama köylerini yönetmenin yolunu buldular.” – 2007 Temmuz

Belki bugünlerde çok farklı ve duyulmamış fikirleri anlatmaya çalışan bir avuç insan olarak çok yoğunuz, üstelik Farsak Projesi gibi diğer projeler için de çalışmaktayız, bunları gerçekleştirmek için hiçbir yardım, hibe, kredi peşinde koşmuyoruz ve dolayısıyla inanmakta güçlük çekiyorsunuz. Fakat şu da unutulmamalıdır ki, bilinçaltımıza yerleşen gerçek dışı somutluklar ile gerçeklikler asla uyuşmazlar. Hayat bizi biz farkında olmadan kimi fikir ya da olguların fanatik taraftarı haline getirir. Bu aldatmacanın ardından, hayatın kendisi ise her zaman bizi şaşırtan görüntülerle karşımıza çıkar. Bunun anlamının farkında olunmalıdır. Aynı görüşteyseniz, kendi insanlarınıza karşı sorumluluklarınızın farkındaysanız ve hatta siz de bir şeyler yapmak istiyorsanız mutlaka iletişim içinde olalım. Yapılacak milyon tane iş var, herkese görev var. Bu liste gözümüzü korkutabilir fakat hayat denen süreç tam da buna karşı vereceğiniz tepkinin sınaması değil midir?

 
Suyun Yolculuğu ve Permakültür


SuGezegenimizde vücudumuzda olduğu gibi  %70 oranında su var. Bu suyun yalnızca %3'ü tatlı su olup bunun da pek azı erişilebilir durumda. Su, bazı ülkelerde petrolden daha pahalı hale gelmiş olup gittikçe dünyanın ekolojik, ekonomik ve sosyal dengelerini zorlayacak bir duruma da gelmiştir.

Permakültür hocalarından Penny Livingston’ı dinlerken anlattığı bilgileri ve daha önceden bildiklerimi de harmanlayıp sizinle paylaşmak istedim. Bugünkü konumuz su… bir süre sonra toprağı da yazmaya çalışırım, yeter ki bu kadar geniş bir konuyu özet haline getirerek başkalarını (özellikle yetişmekte olan kuşakları) daha fazla araştırmaya yöneltecek şekilde motive edebilelim.

SulamaSu kaynakları nelerdir diye kafa yorduğumuzda  hep yeraltı ya da nehirlerdeki, göllerdeki sular aklımıza geliyor. Aslında bunları suyun depolandığı yerler olarak düşünüp asıl su kaynağı olarak yağmur suyuna yönelmemiz gerekiyor. Yeryüzünde yolculuk eden suların tuzlanması, hem de mineraller açısından zenginleşmesi kullanım şekline göre toprak için olumsuzluklara neden olabiliyor. Dünyadaki çölleşen toprakların üçte ikisi yanlış tarım teknikleri uygulandığı için çölleşmiş durumda. Yani yanlış sulama teknikleri tüm bu toprakların tuzlanarak çölleşmesine neden olmuş.
 

Devamını oku...
 


Şehirde “permakültür” olur mu?

Doğanın işaretlerini okuyabilmek, doğayı dinlemek, onun dilinden anlayabilmek... Permakültür felsefesinin temelinde bunlar var... Peki şehrin içinde permakültürü yaşamak mümkün mü?

 
Fransa’da “Permakültür Halk Üniversitesi”nin yöneticiligini yapan Steve Read, bu soruya “Tabi ki mümkün” cevabını veriyor. 

Fransız Permakültür Derneği’nin kurucularından olan Steve Read 1991 yılından bu yana permakültür eğitimleri veriyor.

Daha önce çevre bilimci olarak çalışan Read, önce Antalya’da sonra da İstanbul’da permakültür eğitimleri vermek için Türkiye’ye geldi.


İstanbul’daki eğitimin başlığı “Şehirde permakültür”...

Eğitim 1-5 Nisan tarihleri arasında İstanbul’un farklı noktalarında planlanmış. İlk gün Beyoğlu, Galata... İkinci gün Sarıyer... Üçüncü gün Kuzguncuk, Çengelköy... Dördüncü ve  beşinci günler de Santral İstanbul eğitimin durak noktaları... Permakültürü anlamaya ve hayatlarında kullanmaya çalışanlar eğitim için evlerini, bahçelerini açmaya gönüllü olmuş...

Devamını oku...
 
Fındık Kabuğunda Permakültür

                    

GİRİŞ

Permakültür tüm dünyada Zimbabve'den Sibirya'ya, Nepal'den Kaliforniya'ya, sürdürülebilir hayat tarzına bakıştır. Bu yazı permakültüre giriştir ve daha çok Büyük Britanya'da yaşayanlara yöneliktir. Permakültürü açıklayarak değişik durumlarda şehirde veya kırsal alanda nasıl uygulanacağına yönelik örnekler veriyor.                                       


PERMAKÜLTÜR NEDİR?

Dünyamızın dayanma sınırına geldigi konusundaki farkındalık günümüzde artmıştır. Aynı hızla çevreyi kirleten maddeler yaratmaya devam edemeyeceğimiz gibi enerji ve hammaddeleri artan bir iştahla sonsuza kadar tüketemeyeceğiz. Fosil yakıtları ve petrolü düşüncesizce harcayarak, ürettigimiz yiyecek, bir kalori verirken, aynı yiyeceği üretmek için on kalori harcayan bir sistem geliştirdik.Yiyecek üretiminde kimyasal gübre gibi yoğun enerji harcayan zehirler yerine, biyolojik metotlar kullanarak enerji israfı azaltılır ama klasik  tarım yine de büyük ölçüde makinalara ve transporta bağımlıdır. Tabağımızdaki yemek bu işlemle ürettiğinden daha çok enerji tüketir. Geleneksel küçük tarımla bu durum tamamen tersine çevrilir, yiyeceği üretmek için harcanan her kaloriden on kalori kazanırız. Bu durumda harcanan enerji çiftçinin ve hayvanların harcadığı enerjidir. Bu durumda korkutucu olan, seçimimizin enerji israf eden modern hayat şekliyle, köle gibi çalışma arasında olmasıdır. Fakat üçüncü bir yol var, bu da permakültürdür. 

Permakültürdeki düşünceler ve bilgi geleneksel tarım yöntemlerini içerdiği gibi, modern teknolojiyi ve bilimi de temel alır. En önemli olan özelliği doğanın ekolojik sistemini örnek almasıdır. Doğal bir ormanı düşün. En yukarda çatı gibi ağaç dalları, aşağıda küçük ağaçlar, yüksek ve alçak boyutta çalılar, toprağı örten bitkiler, toprak seviyesinin altındaki bitkiler ve değişik yükseklikte sarmaşıklar. Bitki çeşitliliğini bir buğday tarlasıyla karşılaştır. Düşünün, bu orman sadece yenilebilir bitkilerden oluşsa ne bolluk olurdu ve buğday tarlasının sağladığı kazancı fazlasıyla aşardı. Ormanın bu yüksek biyolojik kütleyi üretebilmek için sadece güneşe, yağmura ve toprağa ihtiyacı var. Buğday tarlasının ise fazladan sürülmeye, tırmıklanmaya, tohum ekilmesine, gübrelenmeye, yabani otların ayıklanmasına ve haşaratla mücadele edilmesine ihtiyacı var. Tüm bunların olması insan gücüyle veya fosil yakıtla mümkün. Ormana benzeyen ama yenilebilir bitkilerden oluşan bir eko sistem yarattığımızda, petrolsüz yaşayabiliriz. İşte permakültür fikrinin temeli bu: yiyecek üreten eko sistemi yaratmak. 

Devamını oku...
 
International Permaculture Conference and Convergence, IPC9


The 9th International Permaculture Conference and Convergence (IPC 9)

International Permaculture Conference - IPC9 AfricaThe next International Permaculture Conference and Convergence, IPC9, will be held in Africa in October & November, 2009.  The theme is "Plan Africa ~ Food & Empowerment". 

The Coordinator of IPC9 is Mugove Walter Nyika of the Regional Schools and Colleges Permaculture (RESCOPE) Programme, in Malawi. IPC9 will be happening in three countries with the Conference in South Africa coordinated by John Nzira and Nick Heinamann, the Convergence in Malawi coordinated by Patterson Majonanga, and the PDC in Zimbabwe coordinated by Kudzanai Mashingaidze.

IPC9 Dates:

  • PDC Course, Harare, Zimbabwe, 11-23 October, 2009
  • Conference, South Africa, 26-28 October, 2009
  • Convergence, Mulanje, Malawi, 2-7 November, 2009
  • Site Tours, 8-20 November, 2009


Subthemes are: "Permaculture as a Regional Planning Tool for Sustainable Livelihoods and Earth Care, Food Security and Sovereignty through Organic Production and Marketing, Education, Green Economics and Lifestyles, Health and Nutrition, HIV/AIDS, Housing and Sustainable Cities, and Disaster Management."

Malawi will host the 9th International Permaculture Convergence, South Africa will host the 9th International Permaculture Conference, and Zimbabwe will host the 9th International Permaculture Design Course to be held at the Fambidzanai Permaculture Centre in Harare.

spiral_bullet.gif IPC9 Promotional Material  [
click here ]

spiral_bullet.gif IPC9 Concept Note (updated) and other documents  [
click here ]

spiral_bullet.gif Interview of Mugove Walter Nyika and Wes Roe (AUDIO)  [
click here ]

spiral_bullet.gif Interview of Kudzanai Lewis Mashingaidze (AUDIO)  [ click here ]

 
Permakültür Nedir?


Permakültür Nedir?

Permakültür İngilizce ‘permanent’ (kalıcı) ve ‘agriculture’ (tarım) kelimelerinin birleşiminden oluşur. "Permanent Agriculture" kavramı ilk olarak Franklin Hiram King'in 1911 yılında yazdığı "Farmers of Forty Centuries: Or Permanent Agriculture in China, Korea and Japan" adlı kitapta kullanıldı. "Permakültür" (permaculture) kelimesi ise 1970’lerde Avustralyalı Bill Mollison ve David Holmgren tarafından, endüstriyel ve tarımsal sistemler tarafından yaratılan toprak, hava ve su kirlenmesine, kaybolan bitki ve hayvan türlerine, doğal olarak yenilenemeyen kaynakları yokedici ekonomik sisteme tepki olarak geliştirildi ve eski deneyimlerden oluşan bitki, hayvan ve sosyal sistemlerin bilgisine yeni fikirlerin eklenmesiyle, "kalıcı tarım" ve "kalıcı kültür" inşa etmek manasında kullanıldı. Kavram zamanla değişik manalarda kullanılmış olmakla birlikte, günümüzde artık; gıda üretimi, arazi kullanımı ve topluluk inşa etmede sürdürülebilir ve etik bir tasarım usulü kullanmak olarak tanımlanabilir. (http://www.holmgren.com.au/)

Devamını oku...
 
PERMAKÜLTÜR'LE İLGİLİ WEB KAYNAKLARI
 
<< Başlangıç < Önceki 1 2 3 Sonraki > Son >>

Sayfa 2 / 3